Gerisi Sende / BAVUL Dergi EYLÜL 2016

Gerisi Sende / BAVUL Dergi
EYLÜL 2016

Yağmur şiddetini iyice arttırmıştı. Bıkmadan usanmadan canını dişine takarak çalışan silecekler artık yağmurun hızına yetişemiyordu. Yağmurda en keyif aldığım şeydir araba kullanmak. Yine de bir saat önce İstanbul’dan kaçma isteğiyle arabaya binerken gece yarısı bu denli trafik olacağını bilsem yollara düşmezdim.  Keşke uçakla gitseydim diye içimden geçirdikten biraz sonra sonra radyoda gece haberleri başladı. Spiker şiddetli yağmur sebebiyle iptal olan uçuşlar ve havaalanlarındaki kargaşadan bahsederken radyoyu kapattım. Anlıyordum herhangi bir şey olduğunda ne hava, ne kara ne de deniz yoluyla bu şehirden kaçmak mümkün olacaktı.
Dur kalklarla uzun bir zaman geçtikten sonra trafik akmaya başladı. Kısa bir seyirden sonra Tanrı’ya teşekkürüm ile birlikte tekrar tıkandı. Fren sesi duydum ve  yağmurdan gözükmeyen aynaya merakla bakmaya çalışırken. Arka camın kristal kırıntıları üzerime doğru fırladı. Bende arabadan fırladım. ‘N’apıyorsun lan zibidi bu yağmurda !’ Hasarı kontrol ederken bir hayli eski olan arabanın radyatör suyu yağmura karışmaya başladı. Arka cam  patlak ve bagajda ufak hasar vardı. Arabadan bir kadın inip sigara yaktı. ‘Çok hasar var mı ?’ Bir an afalladım ve kadına ‘İyi misiniz ?’ diye sordum. Yoldan geçenler merakla bakıyordu.  Gülümsedi.  ‘Ambulansı aramamı ister misiniz  ?’ ‘Gerek yok..’  Arabadan su getirdim, tekrar arabaya dönüp tutanak evraklarını aldım. Kadına tutanak tutmamız gerektiğini izah ederken sigarasının dumanına kesik alkol kokusu karıştı. Asfalyalarım attı, polisi arayacağımı duyunca bir anda bütün rahatlığı kayboldu.  İstanbul’da kaldığım her dakika bir kabusa dönüşüyordu. Arabadan telefonu aldım, eski sevgilimden serzenişlerle başlayan, hüzünlü duygularla biten bir mesaj daha. Silecekler dışında istekli o an hiçbir şey yoktu çevrede. Kapı açıldı kadın yanıma oturdu. Ben sileceklere bakarken, ‘ Kaç ay oldu ?’ ‘Bir sene olacak önümüzdeki ay, sayende kaskoyu da bozduk.’ ‘Onu sormuyorum, ayrılalı kaç ay oldu.’ Görünen o ki ben sileceklere bakarken o da telefonu dikizlemişti. Altı ay oldu her mesajda kurduğu cümlelerle tırnaklarını etime geçirdi, ben gitmek istedikçe yırtıldım, bir parçam daha kalsın  istiyor’ Ne diyorum ben ya. Tutanak tutuyoruz ya da polisi arıyorum...  Umursamadı. ‘Ne tarafa gidiyorsun ?’ diye sordu, ‘İstanbul dışında herhangi bir yer, şimdi evraklar...’ Kadın inip evrakları getirdi doldurmaya başladım. ‘ Belli ki halin vaktin yerinde, ehliyetim alkolden kaptırdım, İzmir'e gidiyorum varınca yatırırım zararını banka hesap numarana. Elimdeki kalemi alıp ‘Söyle hesap numaranı ?’ Sustuk, göz göze geldik öfkeli gözleri yakut gibi pırıl pırıldı. Arabadan indi, kapıyı öyle bir çarptı ki araba tamirhaneye gittiğinde en büyük hasar kapıda çıkabilirdi. Yolun bir şeridini kapatmamıza rağmen yol açılmıştı. Kafamı çevirip kadına baktım, arka kapıyı zorlukla açıp bir bira açtı, yağmur bardaktan değil sürahiden boşalırcasına yağmaya başlamıştı. Arka cam patlak ve vuruk bir bagajla arabayı çalıştırdım. Bu süre zarfında araba epey su almıştı. Yüz metre gittikten sonra içimin kabaran gökyüzünden farkı yoktu.  Arabadan inip yanına gittim ‘İstersen benle gel, bende İzmir'e gidiyorum...’ Birasını kafasına dikip, bagajdan küçük bavulunu aldı.
Beş saat olmuştu yola çıkalı bir benzinlikte o üstünü değişmişti. Bana da havlu vermişti. Arabanın arka camını çepeçevre sarmıştık. Onun aracını tanıdık bir servise çektirmiştim. İçerisini ısınınca uykuya dalmıştı. İzmir’e yaklaşmıştık, seslendim ‘Dilara nerede ineceksin ?’ Gözlerini araladı, hoş miskiniğiyle... Etkilendim galiba ondan. ‘Adımı nerden biliyorsun ?’ ‘Genelde arabama çarpan alkollü İzmir’li sürücülerin adı Dilara’ydı.Tebessüm etti. ‘Ruhsatta gördün, tabi...’
Telefon numaraları alındı. Bornova’da indi. Bende gece yarısı Çeşme’de bir butik otele yerleştim.  Yorgunluğumla koyun koyuna gömüldüm yatağa.
Kahvaltıdan sonra aradım, cevap yok... Sağ omzumun üzerindeki uyuyordur dedi, diğerinin konuşmalarına kulağmı kapadım. Sağ taraf haksız çıkmıştı ve kadınlardan yediğim son darbe olmayacaktı. Akşam yemeğini yedikten sonra odaya çıktım.  Beklenen telofan geldi o sırada, nerde olduğumu, otelin ismini sordu. Kısa bir süre sonra bir daha çaldı telefon. Aşağıda beklediğini söyledi. Fırladım indim aşağıya.
‘Ne çabuk geldin.’
‘Siz İstanbul’lular burdan başka nereye bilirsiniz ki...’
Şahane bir gece geçirdik dertleştik. Gülmekten ağladık, göz yaşlarımızla güldük. O gece beraber döndük otele ve bir kuş kondu yüreğime, mutlu şarkılar söyledi.  
Sabah uyandım yatak boştu. Kahvaltıya indiğini düşüncesiyle giyinirken çantasının olmadığını fark ettim. Komidinin üzerinde bir zarf vardı.
‘Her bir hareketin, her bir sözün her defasında aynı kuvvetle ateş ediyor. Kelimeler yetersiz bakiye, tam değil anlamları. Bir daha çarpışmak üzere...’
‘-Dip not: Kederlenme öyle, ararım belki de çarparım...’
Zarfın içinde ölüm fermanımdan başka bir miktar da para vardı.
Ümitsizliğe yenik düşmemek için aylarca izini sürdüm. Yanıtsız kalsa da, kimi yurtdışına gitmiştir, kimi o deli kız çıkar bir yerden dedi.  Bir ufak süpriz adına arabasını yaptırdım. Bugün bir sene oldu ve ben hala yağmurlu İstanbul gecelerinde araba kullanıyorum.
 Hadi çarpacaksan çarp,
 Bu bekleyişi yağmur söndüremiyor...
.

.

.
Telefon çaldı...
  Hepimizin hayallerini zaman zaman yıkmış müşteri temsilcisiydi.


YAZAN: CAHİT BERKAY ve ANIL TUNÇ

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

OLSUN DA GÖR

Göç

Cırcır Böceği ve Mitolojik Kadınlar (III)