BİR İDAMIN DÖRT GÜNÜ

1.GÜN

     Dün gece 16 saat civarında uyudum. Telefonu kapadım. Sabaha karşı uyandığımda gayri ihtiyari açtım. Saat 4'ü geçiyordu. Saat geçiyor kabuslar mütemadiyen sürüyordu. Savuşturmak, nefes almak için balkona çıktım. Bir sigara, bir kaç şiir, sonra balkondaki salıncakta sızmışım. Neticem, açık tribün. Kabuslar n'olur, ölün. İdamım bu gece olsun size düğün!

2.GÜN


     Yapamadım aile evi bunun için kötü bir sahneydi. Seyircisiz olmalıydı. Sabah 8'de 'O' aradı. 
-Neden kapalı telefonun.
- Artık bende sorumsuz olacağım. dedim ve bir şeyler daha ekledim. 
     Uykusuzluk hafızamı yıpratıyor. Hafıza tazelemesi yapalım sizde taziyeye gelenleri karşılayın. İlk sorumluluğun 5 yaşında ekmek alıp paranın üstünü tırtıklamakla başlamıştı. 7 yaşında bir yaz günü 12 km uzaklıktaki elektrik faturası yatırma görevini başarıyla icra etmiştim. Güneş çarpmıştı kuyrukta beklerken. Sıra verdiğim yaşlılara, ertesi gün hastalanınca, çok çocuk küfrü etmiştim. Onlar bana 'Aaa ne akıllı çocuk demişlerdi.' Kıpkırmızı gözümden, domates güzeli seçilecek suratımı görünce, akıllı olsaydım, vermezdim sıramı dedim. Akıllı olsaydım keşke.
     O'nu çok seviyordum. O'nu çok seviyorum ve ölüyorum. 'O' diye bahsetmeyelim... O'na bir isim verelim. Hülya diyelim ona. Şarkısına abone olduk Hülya olsun. Bu ölümün tamamını Hülya'ya yüklemek haksızlık olur. Neyse, ben gittiğimde muhtemelen toprak dibine siz aranızda üleşin bu yası.

DEFTERİMİN İÇİ

Saat 17:34

Sarı yapraklar, kahverengiye dönüşmeden yağmurla kapaklanıyor yüzüstü kaldırımlara, asfaltlara. Bazende sınırlı sayıdaki toprağa. Gerçi ağaçlarda sınırlı sayıda.


     Bugün ölemem çünkü sigortamı güncellemem gerekiyor. Nasipse yarın. Gerçekleşecek olan bu idam münezarısında, olası bir kurtuluşta devlet ücrete tabi bakacak. Devlet baba oğlunu açıkta bırakır mı ? (ha-ha-ha) Asla. Belki cesedimin muayenesi bile ücrete tabi olacak. Bu külfete sokmamam gerekir ailemi. Yeterince külfete girecekler zaten. Zaten kıt kanaat bir bütçeye birde gider ayak darbe yapmayalım. Zaten üzülürler falan... Off. Kendi kendine sus !

DEFTERİMİN İÇİ

Saat 18:46 

Yakın arkadaşlarıma not. Çok uzaksınız KÜFÜR ! Bütün kıyafetlerimi kitaplarımı kalemlerimi ne değer ederse, neyim var, neyim yok satın. Aldığınızı çaktırmadan bizimkilere paslayın.

     Belediyemiz pide ve ulaşım hizmeti sunacak. Ayranda var hani milli içecek miss. Kimisi büyük bir keyifle yerken, kimisi ağzına bile koymayacak. Annem mahvolur değil mi ? Babam vakur kalır değil mi ? Hülya ne yapar çok mu üzülür ? Ama ben bütün dertlerimden arınacağım. Kara kefene sarılacağım.

DEFTERİMİN İÇİ

Saat 19:03

Ne güzel saat. Haydi üçlüye Alen, ölüyorum. Beşiktaş şampiyon olacak görüyorum. 'Ben bütün dertlerimden arınacağım. Kara kefene sarılacağım.' (Kara kefene sarın lan benim içimden çok güzel bir cümle kurdum az önce.)  Bunu bile size parentez içinde veriyorum size, anlaşılmadığım yine çıkıyor gün yüzüne.

     Aslında yakılsam hiç fena olmaz. Neyse ardımızda akrabaya, eşe dosta yadırgatacak bir gidiş bırakmayalım. Aslında tam gömerlerken, fırlayıp yerimden amma gömdünüz desem. (ha-ha-ha)
Sıkış tepiş otobüs, Metro ve Konak. 

DEFTERİMİN İÇİ

Saat:19:48
Hava gri, deniz yas tutuyor gibi. Durgun dibi ve yüzeyi. Ortam fazlasıyla romantik. Zemin ölmeye müsait.

     Oturdum hafif nemli banka. İzmir'in belki de gördüğüm en  sakin Pazartesini izliyorum. Bazısı telefonla iş konuşup geçiyor. Bazısı el ele düğün tarihi. Üniformalı lise talebeleri bira içiyor neşeli. Ben ise denizle konuşuyorum hazin hazin. Hülya'yı düşünüyorum. Göçüp gideceğimi düşüneceğim yerde Hülya. Hülya. Hülya. Dudaklarımı oynatarak Hülya. İçimden Hülya. Gözlerimden Hülya. Sigara yakıyorum... Aklıma yumuşatıcı kolisine sarılı küçük ayı, annem ve ben eski koltuklarımızın üzerinde çekildiğimiz fotoğraf geliyor. 90'lar ne güzeldi. Eski hep bir güzel. Yeniye gücüm yok zaten. Gittiğimde annemi çok özlerim diye korkuyorum. Annemi çok özlerim kesin. Hülya'yı çok özlerim net. Herkesi çok özlerim belki. Paramparça oldum paramparça. Özlesem de hayrım yok ki onlara. 
     Basmane ve Çankaya'da en ucuz idamıma en yaraşır pis bir otel arıyorum. Sonunda buluyorum. Oda soruyorum 501 boş mu ? Boş diyor. Farklı bir otelde aynı numara. Seninle, son kaldığımız oteldeki son numara. Benim hayattaki son numaram. Bu beni sana yaklaştırıyor Hülya. Asansöre biniyorum, kat kat ölüme tırmanıyorum. Keşke o otel olsaydı. Daha da yakın olurduk. İmkanlar el vermedi. Kendi kendine, sus artık sus ! İçkilerin en ucuzundan yaptığım aranjmanı mini bara tepiyorum. Bayat gofret ve sudan başka bir şey yok. İçip içip ölmeliyim. Yok olmaz ! SGK var. Off.
Bu gece hiç uyumadan,  sabaha kadar sızmadan, bayılmadan içmeliyim. Olası bir kurtuluş... SGK. Önce şarapla başlıyorum. Bitiyor. Yazmamaya niyetliyim ama kanyak içimi yakınca, vazgeçiyorum defter uzakta epeyce. Yerdeki masaj salonu broşürüne saçma sapan bir otel tahta kalemiyle. 'Tercihi ben değildim, benim tercihimde yaşamak değildi.' Kanyak içimin yangınına eşlik ediyor, kova kova benzin döküyor. Biraya başlıyorum. Ateşi alır diye. Yarım saat içinde kaput oluyorum. Sızmaya ramak.

3.GÜN



     Kusup kendime geliyorum. Ben kendime geliyorum. Sabah gelmiyor bir türlü. Kendim kimse. Sabah gelsin. Gecenin son ışıklarını söndürün artık. Boşluğu izliyorum. Boşlukta boşluğumu bulmaya çalışıyorum. Annem, Hülya geldikçe aklıma, boşluğu daha dikkatli izliyorum. Ve sabah. Sabah oldu güneş gelmek üzere benim meridyenime. Ayrılırken otelden, resepsiyondaki adam çok güzel uyuyor. Uyandırmadan hırsız gibi çıkıyorum otelden. 
   
     Yürüyorum yürüdükçe kafam duruyor sanki. Beton silindir var sanki içinde. Dönüyor sürekli. Ne çevrem tam net, ne tam bulanık. Sıkışık ve bulantılı sadece. Ölsem gam yemem. (ha-ha-ha)
Metro-Otobüs-Hem Danışman Hem Güvenlik Görevlisi-Sıra Fişi-Kuyruk ve Sonunda Tasdikleniyor. Öğrenciyim ve devlet baba bana bakacak iki gün daha. Otele dönüyorum. Kahvaltıya oturuyorum. Öyle bir serpme kahvaltı ki çok uzağa serpmişler hiç bir bok kalmamış. Gerçi yiyecek takatim de yok. Biraz bal, biraz peynir, bir dilim ekmek ve çay. Çay için şeker yırtıyorum. Çay iyi gelecek sabah ayazını savurur rahatlatır diye düşünüyorum. Balı tekrar görünce bir tebessüm yığılıyor üzerime. Çakıyorlar tabureye, heykel gibi kalıyorum. Belki de son tebessümüm diye. Gözlerim karşıdan bakıyor bana. Çünkü Hülya bal varsa şeker attırmazdı çayıma. Çünkü fazla glikoz, depolandığında yağa dönüşüyor. Ahh güzel sevgilim, ahh benim en güzel en çetrefilli yolum. Fazla hüzün, depolandığında ölüme dönüşüyor. Ahh iki gözüm... Bıraktım olduğu gibi kahvaltıyı odaya çıktım. Hayatın bana sunduğu idam rezervasyonundan 1 günümü feragat edip öne çekiyorum. Vazgeçerim korkusu ayyuka çıktı. Hemen halletmeliyim. Konuş kendi kendine bunu konuş ! Kararlı ol bir kere ! Kendimi asmak için aldığım urganı çıkarıyorum çantamdan. Nasıl düğüm atılacağı ilgili izlediğim videoları açmak zor geliyor bir yandan da. Çakımı arıyorum çantamda. Ters takla attırınca çantaya ayağımın ucuna düşüyor. Odanın ortasında olmaz. Kanımızla uğraşmasınlar. Duşa kabin ideal. Küveti yeğlerdim ama olsun. Sonuç itibariyle otel personeline iş çıkarmayalım. Zaten büyük dert olacak. 
   
     Tüm gücümle vurdum sol bileğime dikine, daha çabuk ulaşmak için ölüme. Ardından ikincisi! Kanın ufak buharı ve fayansın üzerine yayılması aniden korkuttu şuan. Sağ bileğimdeki tek ve daha ince kesiğin sebebi bu. Ağlıyorum. Ölmek istemiyorum ben. Ağlıyorum. Ölmek istemiyorum. Göz yaşlarım süzülürken kanla beraber, gözlerim karanlığa bırakıyor yerini.

Annenizi-babanızı benim kadar üzmeyin. Kendinizi, insanları, hayvanları, çok sevin çiçekleri, ağaçları unutmadan. 

Sevmek için çok geç. Hoşça kal Dünya. Hoşça kal Hülya.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

OLSUN DA GÖR

Göç

Cırcır Böceği ve Mitolojik Kadınlar (III)